Ana Sayfa
FORUM
ATATURK HAKKINDA
FIZIK ODEVLERI
KIMYA ODEVLERI
BIYOLOJI ODEVI
MATEMATIK ODEVI
TARIH ODEVI
COGRAFYA ODEVI
SOSYAL BILGILER ODEVI
=> Ic goc ozelliklede 1950 sonrasi gocler sebeb etki ve sonuclari
=> Turkiye'deki gocler ve Nufus hareketleri
=> Ic ve Dis Gocler kulturleri
=> Kent , Kentlesme ve Kentlesme Nedenleri
TURKÇE-EDEBIYAT ODEVI
DIL BILGISI ODEVI
DIN VE ILAHIYAT ODEVLERI
PSIKOLOJI ODEVI
FELSEFE VE SOSYOLOJI ODEVI
EKONOMI-IKTISAT-ISLETME ODEVI
BILIM VE TEKNIK ODEVI
GUZEL SANATLAR VE MUZIK ODEVI
BIYOGRAFILER ODEVI
SPOR-SAGLIK-INSAN ODEVI
ÇEVRE VE YASAM ODEVI
KITAP OZETLERI
DENEYLER
TESTLER-SINAV SORULARI
PPT-HAZIR SLAYTLAR
HAYVANCILIK-TARIM ODEVI
ASRTOLOJI ODEVLERI
ENERJI ODEVLERI
GENEL KULTUR
ODEV KAPAKLARI
DERS UYGULAMALI HAZIR PROGRAMLAR
EGITIM ILE ILGILI BILGILER
Iletisim
Ziyaretci Defteri
 





Ic goc ozelliklede 1950 sonrasi gocler sebeb etki ve sonuclari

İç Göçün Doğuşu
 
1950’li yıllar; ülkemizde ekonomiden siyasete, sosyal hayattan kültürel hayata kadar toplumu ilgilendiren her alanda ve toplumun her kesiminde radikal değişimler ve dönüşümler yaşanmaya başlanmıştır.
 
v      Ekonomi: Liberalizm,
v      Siyaset: Çok Partili Hayat,
v      Sosyal: Kent merkezlerine girmesi yasaklanan köylüden, birlikte yaşanılan ortama,
v      Kültürel: Tüketim Kültürü.
 
Kentlerimiz açısından bu dönemin getirdiği en önemli olgu iç göç ile bu göçün doğal sonucu olan gecekondulaşma ve çarpık yapılaşmalardır.
 
v      Teşvik Edilen Göç : 1950’li yılarda devletçe göz yumuldu.
1. Beş Yıllık Kalkınma Planı: Teşvik
2. Beş Yıllık Kalkınma Planı: Görmezden Gelindi
3. Beş Yıllık Kalkınma Planı: Sağlıklı Değerlendirme Başladı.
 
Göç Çeşitleri
Göç kavramı iki kategoride değerlendirilmelidir:
 
a)    Gönüllü Göç : Kentin çekiciliğinden kaynaklanan göç.
b)    Zorunlu Göç: Kırsalın iticiliğinden kaynaklanan göç, bu da iki alt grupta değerlendirilmelidir.
             b1) Sosyo-Ekonomik zorluklardan kaynaklanan göç,
             b2) Güvenlik sebeplerinden kaynaklanan göç.
1980 öncesi kentin çekiciliği ve kırsalın iticiliğinden kaynaklanan göç,
1980 sonrası terör, sıkıyönetim, olağanüstü hal uygulamalarının yanı sıra güvenlik nedeni ile köy boşaltma, bölgede yaşanan silahlı çatışmalar, yayla yasağı uygulaması gibi sebepler kitlesel göçü zorlamıştır.
Ek olarak da kimi siyasilerin kentlerde güç kazanabilme çabalarıyla da tetiklenmiştir.
Birinci dönem iç göçe ekonomik ve sosyal şartlar damgasını vurmuştur. 
İkinci dönem göç dalgasında ise Güvenlik şartları ve siyaset belirleyici rol oynamıştır.
 
II-            Göçün Etkileri
 
v      Kente
v      Birey’e ve Topluma
Göçlerin olumsuz etkisi hem kentler, hem toplum, hem de birey üzerinde görülmekte, taraflarda yıpratıcı etki yapmaktadır.
 
1-   Kentlere Etkisi
Göç sebebi ile öngörülemeyen nüfusun, kentlere göç etmesinin yol açtığı hızlı nüfus artışı karşısında kentlerde,
      Kentsel Yatırım Maliyetleri Artışı ve Verimsiz Kullanım
      Çarpık Yapılaşma
      Yetersiz Donatı ve Yetersiz Altyapı
gibi önemli sorunlar ortaya çıkmaktadır.
 
a-   Kentsel Yatırım Maliyetleri Artışı ve Verimsiz Kullanım :
Kentlerde altyapı maliyetlerinin verimli olması için nüfusun 100-300 bin arası olması gerekmektedir. Nüfus arttıkça yatırım maliyetleri de artmaktadır.
 
Örneğin, ulaşım yatırımlarının maliyet farkı şu şekildedir :
Yolcu Sayısı/Saat Ulaşım Türü 1 Km  Yapım Maliyeti
(Milyon Dolar) 1 Yolcu İçin İşletme Maliyeti (Cent)
10.000’den az Otobüs 0.5 3-8
10-15.000 Tramvay 5-15 3-12
15-30.000 LRT 10-30 12-15
25-50.000 Metro 40-90 15-23
Yolcu Sayısı,
10.000’den 50.000’e Çıkınca : Yatırım Maliyeti:
80-180 Kat İşletme Maliyeti:
5-8 kat Artmakta

 
Plansız ve çarpık yapılaşma, sadece kentlerin altyapı ve donatı alan ve tesisleri yönünden yetersiz kalmaları ile sonuçlanmamaktadır.
Bunun yanı sıra, kent kaynaklarının da verimsiz kullanılmasına sebep olmaktadır.
Örneğin; Planlı yapılaşmanın olduğu yerlerde yol alanlarının, toplam alana oranı % 10-15 arasında olması gerekirken, bu oran gecekondu ve kaçak yapılaşmanın yoğun olduğu yerlerde % 20-30 arasındadır.
 
Bunun Anlamı Şudur :
Gecekondu veya kaçak yapılaşmanın yoğun olduğu bölgelerdeki yol ağı, planlı bölgelerin iki katıdır. Bu da; Atık Su, İçme Suyu, Yağmur Suyu, Telekom Hatları, Elektrik Şebekesi, Doğal Gaz Şebekesi, Asfalt, Bordur-Tretuvar gibi yol ile bağlantılı yatırımların iki kat olarak yapılması demektir. Bu da, zaten kıt olan kent kaynaklarının yetersizliğine yol açmaktadır.
Mali yönden bu kaynak israfının yanı sıra, ortalamanın iki katı bir alan asfalt veya benzeri bir sert zeminle örtüldüğünden; ekolojik dengeye de olumsuz etkisi olmaktadır.
Örneğin, Toplu Konut Alanında arazinin % 11’i asfalt malzeme ile kapatılırken, çarpık yapılaşmada bu oran % 28’dir.
 
b- Çarpık Yapılaşma :
Kentlere göç edenler tarafından, öncelikle kentlerin çeperlerindeki kamu arazilerinin işgal edilip, üzerlerine gecekondu olarak tabir edilen binaların yapıldığı gözlemlenmiştir.
İkinci aşamada, kent merkezi ile bu alanlar arasında, iki tarafında bazı özelliklerini alan; ama iki taraftan da ayrışan yeni bir yapı türü doğmaktadır. Bu tür yapıları kaçak ve sağlıksız yapılar olarak tarif etmek mümkündür.
Göç, sadece gecekonduların yapımına yol açmakla kalmamakta, ikinci aşamada talep artışını sağlayarak kaçak yapılaşmayı tetiklemektedir.
 
c- Yetersiz Donatı :
Gecekondu bölgeleri temel kentsel altyapıdan bile yoksun olarak doğmuş yerlerdir. Her ne kadar daha sonraları bu bölgelere, yerel yönetimler eli ile alt yapı hizmetleri getirilmeye çalışılmış ise de, plansızlık sebebi ile bu faaliyetler de ihtiyacı etkin olarak karşılayamamıştır.
Modern bir kentin kurulabilmesi için planlı bir yapılaşma gerekmektedir. Oysa, vatandaşlar tarafından kurulan bölgelerimiz gerekli donatıdan yoksun, plansız ve sağlıksız olarak gelişmektedir. Sonuçta, kamu da, vatandaş da plansız yapılanmanın zararını görmektedir.
 
2-Göçün Toplumsal ve Bireysel Etkisi :
 
İçgöç bireysel ve toplumsal sonuçlar doğurmaktadır.
v      Bireyin davranış ve eğilimleri değişir.
v      Mahallelilik ve komşuluk yerini iş arkadaşlığı ve rekabete bırakır.
v      Geniş aileden – çekirdek aileye geçilir.
v      Göçün asıl tahripkar etkisi ikinci kuşaklarda görülür.
 
Öncelikle Zorunlu iç göçe maruz bırakılanlar :
Güvenlik ve siyasi sebeplerle, zorunlu iç göçe maruz bırakılanların yaşadıkları sorunlar genel olarak diğer göç nedenleri ile gelenlere göre daha zordur. Çünkü, bu insanların bir kısmı geldiği köyünde arazi, sürü sahibi olan ya da en azından zor da geçiniyor olsa, bir iş sahibi olan kişiler iken, bir anda kendilerini kentlerde evsiz, işsiz, aşsız buluvermişlerdir. (Ağrı-Solhan Örneği)
 Ne hazindir ki, Göç mağdurlarının çoğuna adlarına düzenlenmiş tapu olduğu için yeşil kart bile verilmemiştir.
Bu şartlar kişilerde psikolojik rahatsızlıklara yol açmakta, onları ya içine kapanık, ya da saldırgan kılmaktadır. Toplum da bireylerden oluştuğu için, bu şartlar sosyolojik olarak da gettolaşma ve kent barışının bozulması biçiminde kendisini göstermektedir.
 
İç Göçün bireysel ve toplumsal sonuçlarına baktığımızda;
 
a- Bireyin Davranış ve Eğilimlere Etkisi
İç göç sonucu kitleler, yaşadıkları yerlerden sadece coğrafi anlamda ayrılmazlar. Bunun beraberinde yaşadıkları yerdeki sosyal, kültürel değerlerden de ayrılış söz konusudur. As­lında göçün en önemli neticesi, onun birey ve toplumsal davra­nışlar, tutumlar ve eğilimlerde meydana getirdiği köklü değiş­meler ve dönüşümlerde görülür.
Kent, insanı  zorlu bir hayatı yaşamaya davet ediyor. Gerçekten de köyden şehre gelen insanın davranışlarında, eğilimlerinde ve tutumunda, nasıl köklü değişmelerin meydana gel­diğini, günlük gözlemlerimizle tespit etmek mümkündür.
 
b- Mahallelilik ve Komşuluk
Kentlerin hızla gelişmesi ile paralel olarak, birbirlerini yakından tanıyan insan birlikteliği ortadan kalkar.
Herkes kendi iç dünyasında özel bir yaşam biçimi geliştirir. Artık birbirini tanıyan mahallelinin yerini, komşusunu bile tanımayan insanlar alır.
 
c- İş Arkadaşlığı ve Rekabet
Kazanç ve refah düzeyini yükseltmek, birinci öneme sahip amaç olduğundan, insanların hayatı evlerinden ve arkadaş ilişkilerinden çok, iş yerinde geçmeye başlar. Akraba ve komşuluk, yerini iş arkadaşlığına bırakır. Fakat burada da samimi dostluklar yerine, rekabet hakimdir.
 
d-Geniş Aileden – Çekirdek Aileye
Kent yaşamı beraberinde bireyciliği ve çekirdek aile tipini getirir. Geniş aile tipinin ortadan kalkması ile, bireysel yaşamın ağır koşulları altında kendilerini yalnız hissederler. Geçim ve gelecek kaygısı, onun tüm dünyasına yön veren en önemli korkusu haline dönüşür.
Geniş ailede dayanışma, tecrübe ve birikim aktarımı, nesiller arası bağın korunması söz konusu iken, çekirdek ailede bunlar yoktur.
 
e- İkinci Kuşaklarda Tepki
Kırsaldan kentlere gelenler, burada aradıklarını bulamasalar da geri dönmeyi pek düşünmezler.
Birinci kuşak, gecekondu bölgesinin olumsuz şartlarını kendi köyü ile karşılaştırmakta ve yine de yaşantısını (Eğitim, sağlık, istihdam, vb) daha iyi, memnuniyet verici bulmaktadır.
Ancak İkinci kuşak gecekondu bölgesinin insanı; kıyaslamayı köyle değil, yaşadığı şehrin gelişmiş bölgeleriyle yapmaktadır.
Bu da mutsuzluğu, rahatsızlığı, tepkiyi, öfkeyi artırmakta, kentsel gerilimi beslemektedir.
 
 
 
İSTANBUL KENTİNDE GÖÇ DURUMU
Türkiye’mizin en önemli ve büyük kenti olan İstanbul, tarih boyunca göçlerle beslenmiş ve gücünü de bu göçlerden almıştır. Çünkü, önceki dönemlerde İstanbul’a ülkenin diğer bölgelerinde yaşayan aydın, alim, zengin, kültürlü kişiler göç ediyor ve kentin güçlenmesini sağlıyorlardı.
Fakat 1950 sonrası yaşanan iç göçün sebep olduğu değişim ve dönüşümlerden en fazla olumsuz yönde etkilenen ve gerilim kentine dönüşen şehir İstanbul olmuştur.
1950 sonrası İstanbul nüfus artışı şu şekilde seyretmiştir :
Yıllar % Nüfus
1935-40 23 880.000
984.000
1940-45 16.8   
1945-50 15.7   
1950-55 54.7 1.160.000
1.507.000
1955-60 40.9 1.507.000
1.858.000
1980-90 % 43.3 4.682.000
7.209.000
1990-2.000 % 33 7.209.000
9.916.000

 
Hızla ve kontrolsüz büyümenin tabi neticesi olarak, altyapı ve sosyo-kültürel, eğitsel ve sportif donatılar yönünden yetersiz kalmış, sanayi ve ikametin iç içe geçtiği sağlıksız ve dengesiz bir kent haline dönüşmüştür.
Bu gün İstanbul’a bakıldığında, her türlü ekonomik, sosyal ve kültürel imkanların var olduğu semtlerin hemen yanı başında, insanların son derece sağlıksız koşullarda yaşam sürmek zorunda olduğu mekanların varlığını görmek mümkündür.
Şehirlerdeki mekansal yerleşimle­rin hemşerilik üzerine bina edilmesi sonucu, belli bölgelerden gelenlerin yerleştiği dışa kapalı alanlar oluşmuştur. Rize­lilerin. Sivaslıların. Tuncelilerin. Mardinlilerin, Giresunluların yer­leştikleri mahalleler büyük oranda bellidir. Bu da dışa kapalı toplumsal yapılara yol açmakta, kültürel geçişi engellemektedir.
 
Göçün Kente Yönelik Fiziki ve Hukuki Sonuçları :
 
Göçlerin sebep olduğu psikolojik ve sosyolojik etkileme, sahipsizlik bireysel ve toplumsal sonuçlar doğurmanın   yanı sıra kentte yönelik fiziki ve hukuki sonuçlar da doğurmaktadır.
 
Kentlilik Bilinci Olmayışı
Bu gün bir çok sorunun içinde yaşamakta olan İstanbul’un, en büyük problemi, kentte yaşayanların bu kenti sahiplenmemeleridir.
Parklar, çeşmeler, banklar ve benzeri donatım ve ekipmanlar tahrip edilmekte, çevre hızla kirletilmektedir.
Kentli insanlar, yaşadıkları ve imkanlarından yararlandıkları ve hatta kendileri için sunulmuş hizmetlere, tesislere ve ekipmanlara karşı niçin tahripkar davranışlar sergiler ?
Bu sorunun cevabı açıktır: çünkü kent sakinleri, kent ile kendileri arasında anlamlı ve güçlü bir bağ görmemektedirler. Yani kentlilik bilinci gelişmemiştir.
Kentlilik bilinci kavramı ile ifade edilmek istenen, kentte yaşayanların kentle bütünleşmesi, kendini kente ait hissetmesi ve dolayısıyla kente karşı sorumluluk duygusu taşımasıdır.
Kentlilik bilinci, kentte yaşayanların var olan değişik kimliklerinin (esnaf, sanatkar, Rizeli, Adanalı gibi) yanı sıra bir de içinde yaşadıkları şehirle özdeşleşebilen bir kimliğe sahip olmalarıdır. Daha açık bir ifade ile, İstanbul’da yaşayanların aslen ait oldukları memleket kimliklerinin yanında kendilerini İstanbullu olarak da tanımlayabilmeleri gerekmektedir.
 
Katılım
Bir şehirde yaşayan insanların yaşadıkları şehre karşı ait olma duygusu taşımaları ise o şehri korumaları, geliştirmeleri, şehrin imarı ve yönetimine katılmalarıyla mümkün olabilmektedir.
İnsanların şehri koruması, sahiplenmesi için öncelikle o şehrin içinde olmaları gerekmektedir. Şehrin içinde olmak ise mekansal bağlamda sabit değil, sosyal, kültürel ve siyasal anlamda aktif bir süreçtir.
İnsanlar kentin yönetimine katılabildikleri oranda kendileri ile kent arasında anlamlı köprüler kurabilir ve kentlerini sahiplenirler. Tabii, kentin yönetimine katılmak tek başına yeterli bir unsur değildir. İnsanlar kentte kendi geleceklerini bulabilmelidirler. Kendi geleceği ile kentin geleceği arasında, anlamlı köprüler oluşturan kişiler, kentin geleceği ile daha yakından ilgilenmeye ve kendi gelecekleri için kentin geleceğini önemsemeye başlarlar. Bunun için de kentin insanlara gelecek vaat etmesi gerekmektedir.
Kent ve Öfke (İkinci Kuşak)
Kente karşı öfke hislerine sahip kişilerin kenti sahiplemesi mümkün değildir. Kentlerle kişiler arasında öfke yer almamalıdır. İnsanlar yaşadıkları kente karşı niçin öfke duyarlar? Bunun bir çok nedeni bulunursa da, temelde yatan neden beklentilerinin karşılanmaması ve kentin imkanlarından eşit yararlanamadıkları, dışlandıkları duygusudur.
 
Kuralsızlık, Yabancılaşma
Hızlı ve kontrolsüz genişlemenin yanı sıra kente gelen kişilerin burada insanca yaşayabilecekleri bir ortam bulamamaları ve kendi değer yargılarından hızla uzaklaşmaları iki olumsuz sonuca yol açmaktadır. Bunlardan birincisi kuralsızlık, diğeri ise yabancılaşmadır.
Kentte, kurallara uymamak, bu kuralları fırsat bulduğu anda çiğnemek gibi bir olumsuz davranış biçimi şekillenmektedir. Bunun yanı sıra, kentte aradığını bulamayanlar, toplumdan kendilerini soyutlamakta, yani yabancılaşmaktadırlar.
İstanbul gibi, hızla gelişen kentlerde, yeni gelenler, kentin imkanlarından yararlanamayınca kente  yabancılaşmaya başlarlar. Kentte ikamet edecek yer bulamayan, iş sahibi olamayan ve doğal, kültürel özelliklerinden yararlanamayan insanların, kente yabancılaşması ve bu yabancılaşmanın öfkeye dönüşmesi tabii bir süreçtir.
Bir kesim sahil boyunca, kamuya açık olan alanları özel kullanımlarıyla kapatırlarken, diğer kentliler denizi uzaktan seyrederken, kendilerinin denizle iç içe olamamalarının ortaya çıkaracağı sosyal ve psikolojik refleksin, yabancılaşma ve öfke olması doğaldır. (Beykoz örneği)
Aile kurumunun henüz gücünü yitirmediği toplumlarda, oluşan sosyal ve psikolojik tepkiler aile kurumu içinde önemli oranda azaltılır. Fakat, kentleşme ile birlikte aile kurumunda yaşanan çözülme ve ebeveynin evlatları üzerindeki etkisinin azalması, tepkilerin yumuşatılmasını da engellemektedir. Aile ortamından kopmuş, günümüzde “Tinerci, sokak çocuğu” gibi isimlerle anılan kişilerin kentlerde sebep oldukları tahribat ortadadır.
 
KAYNAK:http://www.erolkaya.org/tr/Tab.aspx?TabID=684(Pendik Belediyesi)

Bugün 25 ziyaretçi (43 klik) kişi burdaydı!
 


 
Google
 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol