Ana Sayfa
FORUM
ATATURK HAKKINDA
FIZIK ODEVLERI
KIMYA ODEVLERI
BIYOLOJI ODEVI
MATEMATIK ODEVI
TARIH ODEVI
COGRAFYA ODEVI
SOSYAL BILGILER ODEVI
TURKÇE-EDEBIYAT ODEVI
DIL BILGISI ODEVI
DIN VE ILAHIYAT ODEVLERI
PSIKOLOJI ODEVI
=> PSIKOLOJIDE INSANI ANLAMAK
FELSEFE VE SOSYOLOJI ODEVI
EKONOMI-IKTISAT-ISLETME ODEVI
BILIM VE TEKNIK ODEVI
GUZEL SANATLAR VE MUZIK ODEVI
BIYOGRAFILER ODEVI
SPOR-SAGLIK-INSAN ODEVI
ÇEVRE VE YASAM ODEVI
KITAP OZETLERI
DENEYLER
TESTLER-SINAV SORULARI
PPT-HAZIR SLAYTLAR
HAYVANCILIK-TARIM ODEVI
ASRTOLOJI ODEVLERI
ENERJI ODEVLERI
GENEL KULTUR
ODEV KAPAKLARI
DERS UYGULAMALI HAZIR PROGRAMLAR
EGITIM ILE ILGILI BILGILER
Iletisim
Ziyaretci Defteri
 





PSIKOLOJIDE INSANI ANLAMAK

Bir sözcük birden fazla anlamda kullanılır. Bu durum sözcüklerin simgeledikleri kavramların birbirine karışmasına, anlamlarının belirsizleşmesine yol açar. Dildeki çok anlamlılık, dilini çok iyi bilen insanlar arasında bile anlaşmazlıklara neden olabiliyor. Mesela; “daktilo” kelimesi dilimizde hem makinesi hem de onu kullanan kişi manasına gelmektedir. bu çok anlamlılığa, kaypaklık ve belirsizlik denir. En çok soyut manalar ifade eden sözcüklerde görülür. “Bağımsızlık”, “sorumluluk” gibi. Deyimlerimizde örnek olarak verilebilir.
- “Ameliyattan çok korkuyorum doktor bey. Yarınki ameliyat başarılı olacak mı? Ne dersiniz?”
- “Korkma, metin ol! Bu ameliyatı en az elli kere yaptım, bu sefer garanti başaracağım.” Görüldüğü gibi “bu sefer” sözcüğü ameliyatın bütün garantisini ***ürüyor.
Dolaylı Anlatım: “A bisküvisi besleyicidir” diye reklam yapan firma, gerçekte bildiri kipi içeren tümceler kullanarak alıcıyı etkilemeye çalışır. Temel amaç, “A bisküvisi al” demektir.
Ses tonu ve vurgulama anlamı belirginleştirir.
Bunlara ek olarak, “ağız” ve “şive”nin de iletişime etkisi vardır.
G- Dış Görünüş ve Mizaç: Alnının dar, burnunun büyük, çenesinin küçük, gözünün şaşı, kulaklarının uzun, ayağının topal, boyunun kısa, kilosunun az ya da çok olması nedeniyle kendisini özürlü ya da sakat gören insan, ya aşağılık karmaşası ya da aşağılık duygusuna karşı gelişen üstünlük duygusunun etkisi altında iletişim kurar. Tüm çabasını özrünü, sakatlığını örtmek için kullanır.
İnsan iletişim kuracağı kişinin önce beden yapısını, şişman ya da zayıf, kısa ya da uzun, esmer ya da sarışın olduğunu algılar. Sarışınların inatçı olduğuna ilişkin bir kanımız varsa iletişime başlamadan bunun da etkisini gözönünde bulundurmak gerekecektir.
Piknik beden yapısında bulunan siklotimik, dışa dönük (extrovert) mizaçlı insanlar canlı, duygulu, insancıl, neşeli, sevecen, sıcak yönleriyle çabuk ve kolay iletişim kurarlar.
Astenik ya da leptozom beden yapısında bulunan şizotimik içe dönük (introvert) mizaçlar geç ve güç iletişim kurarlar.
Üç Temel Mizaç Tipinin İletişim Özellikleri: Sheldon, oğulcuğun, döl yatağı içindeki katmanlarına göre endomorf, mezomorf, elektromorf beden yapılarını ve bunlara uygun mizaçları tanımlamıştır.
Endomorf tiplerin bedenleri yuvarlak, karın bölgesi geniş, kasları gevşek, saçları seyrektir. Bu beden yapısında “viserotonik mizaç bulunur. bu mizaçta olan insanlar başkalarıyla birlikte olmaktan hoşlanırlar. Arkadaş ve dost canlısıdır.
Mezomorf tiplerin bedenleri dayanıklı, kasları gelişmiş, kolları güçlü, omuzları geniştir. Bu beden yapısında “somatotonik” mizaç bulunur. Bu mizaçta olan insanlar canlı ve hareketli olup, bol jestli ve mimikli konuşurlar.
Ektomorf tiplerin bedenleri ince uzun olup, kasları gelişmemiştir. Bu beden yapısında “serebrotonik” mizaç bulunur. Bu insanlar başkalarıyla birlikte olmaktan, kalabalıktan, topluluktan hoşlanmazlar.
Freud'e göre sevgeç (erotic) tip, iletişim sırasında sürekli ilgi, destek ve övgü bekler. Sado-mazohist tip, çabuk ve kolay duygulanım değişikliği gösterir. Özsever (narsistik) tipse, iletişim sırasında sürekli olarak kendisinden söz eder.
Eysenck'e göre tipik içe dönük mizaçlar, geç ve güç iletişim kurarlar. Tipik dışa dönük mizaçlar, çabuk ve kolay iletişim kurarlar. Nevrotik içe dönük mizaçlar, endişe, kaygı, korku ve takınaklı düşünceleri nedeniyle hep kendi saplantılarıyla uğraşırlar. Nevrotik dışa dönük mizaçlar, sürekli olarak endişe, kaygı ve korkularından söz eder, takınaklı düşüncelerinin oluşturduğu gerçek dışı, düş ürünü olaylar ve fanteziler anlatırlar.
İletişimin Ürünü Benlik: İnsanlararası iletişimin en küçük birimi, kaynak olan “Ben” ve alıcı olan “Sen” arasında oluşan “Ben-Sen” iletişimidir. Bu tür iletişimin temel amacı “Ben”in önce “sana”, sonra “O”, “Biz”, “Siz” ve “Onlara” yani başkalarına anlatılmasıdır.
İnsanın kişiliği ve davranışı, ancak içinde bulunduğu grubun toplumun amacına, beklentisine, duygularına, ilkelerine, zorlamalarına göre anlaşılıp değerlendirilir. İnsanın bir grubun içinde bulunması demek o gruptaki ortak tutum ve davranışları benimsemesi onlarla bütünleşip özdeşleşmesi demektir.
“Grup Dinamiği” kavramı insanları grup içinde birarada tutan, başka bir deyişle grubu oluşturan enerji, güç olarak kullanılmıştır. Kişinin gelişmesi ve olgunlaşması, insanlararası iletişimin sağlıklı biçimde kurulup sürdürülmesine bağlıdır. İletişimde algı nesnesiyle algılanan nesne arasında kişilikten etkilenen “algı çevresi” vardır. Bu grup olgusu da, iletişim ve etkileşim yolu ile “algı çevresini” değiştirme gücü olan en önemli etkendir.
Bir grubu geliştiren koşulları şöyle sıralayabiliriz:
- Dış çevreden bilgi alınmasında artma
- İlişki kurma ve sorumluluk yüklenmede artış
- Tutum değiştirmede esnekliğin olması
- Yeni amaçlar kazanılması
- Birliği kaybetmeden farklılaşma
- Gruba katılanların sayısını artırma eğilimi
Toplumsal Durum ve Rol: Rol, insanın içinde bulunduğu duruma göre, yapması gerekli tüm davranışları içeren geniş kapsamlı bir kavramdır. Rol, grup ya da toplum içinde belirli bir durumu, işlevi, konumu olan kişiden başkalarının beklediği davranışların tümünü kapsar. Bir çocuk, evde çocuk, okulda öğrenci, top oyununda kaleci durumundadır, bu durumda kendisinden beklenilen rolü oynamak zorundadır.
Sürekli olarak madde alışverişi yaparlar. madde alışverişi olaylarının tümüne metabolizma adı verilir. metabolizma sürecinde dış ortamdan madde alınışı, organizmada maddenin değişimi ve özümlenmesi, değersiz ve zararlı maddelerin yeniden dışarıya atılması sözkonusudur.
Tek hücreli organizmadan insanı da kapsamına olan çok hücreli bütün organizmalara dek yaşam süresi içinde ortaya çıkan yaşlanma ve üreme dışında, canlılık belirtisi olarak hareket, irkilme, tepke (refleks) ve davranışla, bunları oluşturan enerjiyi, sağlayan metabolizmayı gösterebiliriz.
İnsan Beyninin Elektronik Modeli ya da Bilgisayar: Buharlı makinenin bulunuşuyla başlayan Sanayi Devrimi, XIX. yüzyılın sonunda, XX. yüzyılın başında insanın tüm yaşantısını değiştirdi. Son yirmi-otuz yıl içinde bilgisayarın insanın günlük yaşamında aldığı yer ve kazandığı önem, “bilgisayar çağından” söz edilecek aşamaya ulaştı.
Bilgisayar şu bölümlerden oluşur: İki ana bölüme ayrılır:
- Donanım (Hardware): Bilgisayarın verilen işi yürütmesi için bilgi işleminde kullanılan elektronik, fiziksel, mekanik yapıların tümü olup yazılım birimlerinin çalışmasını sağlar.
- Yazılım (Software): Bilgisayarın bilgi işleminde kullandığı bilgi program ve programlamanın tümü olup, yazılım sistemi adını alan birimlerden oluşur.
Bu dışında alt birimleri şöyle sıralayabiliriz:
- Girdi (Input): Bilgisayara bilginin verilmesi, verilerin giriş sürecidir.
- Çıktı (Output): Yazılım sistemini oluşturan birimlerin işlevi sonucu dışarıya gönderilen verilerdir.
- Ana Bellek (Primary Memory): Bilgisayara verilen, yüklenilen bilgilerin verilerin depolandığı, saklandığı bölümdür.
- Ana İşlem Birimi (Central Processing Unit): Komutların yorumlan-masını ve uygulanmasını gerçekleştirir.
- Aritmetik-Mantık Birimi (Aritmetic Logic Unit): Temel aritmetik işlemleri ve mantık işlemlerini yapan elektronik çevirim bölümüdür.
- Denetim Birimi (Control Unit): Aritmetik-Mantık birimiyle bağlantılı olarak, işlemler üzerinde denetim görevi yapan bölümdür.
Bilgisayarda en küçük bilgi birimi, iki olasılıktan birini seçip “evet”, diğerine karşı çıkıp “hayır” diyecek bilgi birikimi olup, buna “ikil” (bit” (binary) (digit) adı verilir. 110000111 olarak gösterilen bir veri için bilgi ölçüsü, sekiz bit'liktir.
Güdümbilim (Sibernetik): Canlılarda ve makinelerde enerji, işlev, işleyiş, iletişim, etkileşim, geri iletişim biçimlerini, ilkelerini, kuramlarını, modellerini inceleyen bir bilim dalıdır. Bu bilimin görüşüne göre:
a- Canlılar ve makineler aynı sistem içinde incelenebilir. Bunları anlamak ve tanımak için ortak ilkeler, kurallar kullanılır.
b- Güdümbilim ister canlı, ister cansız olsun, bütün varlıkların iletişim ve denetim ilkelerini, kural ve yasalarını saptar.
c- Güdümbilimin anakonusu iletişimi sağlayan varlıkların işleyiş biçimlerini ve aralarındaki bağlantıyı araştırmak ve incelemektir.
DAVRANIŞLARIMIZIN OLUŞMASI VE ÖĞRENİLMESİ:
Davranış, uyarana karşı organizmanın tepkisi olup, konuşma gibi sözlü; jest, mimik, hareket gibi sözsüz iletilerle başkalarının görüp izleyebileceği biçimde dışarıya yansır. Davranışı oluşturan iki yapı vardır. Birisi, iş yapan enerji, diğeri organizmayı ve davranışı biçimlendiren bilgi ve işlevlerin tümüdür.
Öğrenme Kuramları: Öğrenme, yeni durum, konum ve ortamda yeni davranışlar kazanmak ve bunları sürdürebilmektir.
1. Klasik Koşullanmayla Öğrenme: Pavlov tarafından geliştirilen bir kuramdır. Pavlov deneyleri sonucunda şu sonuçları elde etmiştir.
a- Koşulsuz Cevap, Tepki: Koşullanmadan önceki uyarana verilen cevap, deneyde, tükürük salgısı gibi.
b- Koşulsuz Uyarıcı: Koşulsuz cevaba, tepkiye yol açan uyarıcıdır. Deneyde, et parçası gibi.
c- Koşullama Uyarıcısı: Koşullu cevabı, tepkiyi oluşturmak için kullanılan uyarıcıdır. Çıngırak, zil sesi ya da ışık kaynağı gibi.
2. Ödül Ceza Yöntemiyle Öğrenme: (Edimsel Koşullama): Ödüllendirme ya da cezalandırma yoluyla organizmaya davranış öğretmektir.
3. Thorndik Öğrenme Kuramı: Buna göre, merkezi sinir sisteminde uyaranla tepki arasında kurulan bağlantı olarak tanımlanmıştır. Organizma geliştikçe sinir sisteminde kurulan bağlantı sayısı artar, öğrenmenin sınırı genişler, bilgi birikimi çoğalır.
Özel Alıcılarımız Duyu Organları: İnsan organizması ve duyu organları bir bilgisayar gibi çalışır. Bu nedenle hücreye en küçük bilgisayar diyebiliriz.
Görmeyi sağlayan ışık uyaranları elektromanyetik dalgalarla iletilir. Gözde bulunan alıcıların (receptör) uyarılabilme duyarlılığına görsel keskinlik (visual acuity) adı verilir. Bu alıcılar 400-700 milimikronluk yelpaze içinde yer alan elektromanyetik dalgalarla uyarılabilir.
Ses dalgaları, titreşen nesnelerden kaynaklanan, birbirini izleyen hava basıncı biçiminde ilerler. Nesne titredikçe, önce hava moleküllerini sıkıştırarak basıncı artırır, sonra geri çekerek basıncı düşürür. Böylece ses dalgası adını alan basınç dalgası oluşur. Kulakta bulunan alıcıların uyarılabilme duyarlığına, işitsel keskinlik (adutive acuity) adı verilir. Bu alıcılar 20-20.000 Hertz arasında uyarılabilir.
Deride basınç ya da dokunma, ağrı, soğuk ve sıcak duyuları için alıcı hücreler vardır. Bu alıcılar değişik deri yüzeylerinde farklı yayılma göstererek belli alıcıların yoğunluk kazandığı belli bölgeler ortaya çıkar. Örneğin, dokunma duyusunun alıcıları el parmaklarının uçlarında yoğunluk kazanmışken, gövdede, sırtta çok azdır.
Ruhsal Enerji Kaynağımız: Güdüler: Güdü, bir davranışı başlatan, açığa çıkaran, anlaşılır kılan, açıklayan, sürdüren ve yönlendiren fizyolojik ve ruhsal enerjidir. Güdüler (Saik) (motiv) bir yandan içgüdü ve dürtüden kaynaklanan yönüyle fizyolojik bir yandan da çevreden ve toplumdan kaynaklanan yönüyle ruhsal enerji sağlar. Yemek, içmek, korunmak, uyumak, üremek gibi doğuştan gelen güdüler insan neslinin sürekliliğini sağlar.
Genetik İletişim: Soya çekimle ilgili iletiler kodlanmış şifrelenmiş olarak genlerde depolanmıştır. Genler, hücre çekirdeğindeki kromozomlar üzerinde yer alır. Kromozomlar, bilgisayardaki anabelleğe benzetilebilir. Genler üzerinde kayıt, depolama ve saklama dezoksiribonükleik asit (DNA) aracılığıyla olur. İnsan beyni genetik iletiyle edinilen ya da dıştan gelen uyarıcıların taşıdığı bilgiyi içerir. Beyin gerektiğinde bu bilgileri kullanarak yeni bilgi ve öneriler üretir, çözümlemeler ve birleştirmeler yapar.
BİLGİYİ OLUŞTURMA VE İŞLEME:
Bilinç; belirli bir zaman sınırı içerisinde insanın yaşantısından haberdar olması, kendisinden ve çevreden bilgi edinmesi demektir. Gerçekte bilinç (şuur) sözcüğünün Latince karşılığı olan “conscientia” bilgi durumunda olmak, bilgiyle donatılmış olmak anlamına gelmektedir. Sağlıklı iletişim için gerekli olan koşulların en üst düzeyinde bilinç yer almaktadır.
Dikkat; açık seçik, aydınlık ve duru bilinç durumunda algının bir kişi konu nesne ya da olay üzerinde odaklaşması, yoğunlaşmasıdır. Uyaranlara karış çabuk, doğru ve kolay tepki verilmesini, çevreye en doğru ve iyi uyumu, davranışın amaca yönelik, anlamlı ve etkin olmasını “uyanık bilinç” durumu sağlar.
Algılar; duyu organlarıyla alınan uyaranların yorumlanıp anlamlı duruma getirilmesini sağlar. Algı sürecinin işleyebilmesi için duyu organlarının eşik değerinin üstünde uyarılması ve bellekte daha önceki deneyimlerden kalan anıların, izlerin, kalıpların bulunması gereklidir. Uzun bir süre duyu organlarına dışarıdan uyaran gelmemesi ya da gelen uyaranların algılanmaması ciddi bilinç bozukluğu, karışıklığı ve ruh hastalıklarına yol açabilir.
Algı sürecinin işleyebilmesi için dikkatin algı alanı içinde bir uyaran üzerine odaklanması, yoğunlaşması gereklidir. Odaklanma dışında kalan uyaranlar bulanık bir ardalan oluşturur. Yani algıda ve dikkatte bir seçicilik sözkonusudur.
Bilinçli algılama süreci sonucu insan, yer zaman ve hareket yönelmesi (orientasyon) kazanır.
Yanılsama (illüzyon) ve sanrı (hallüsinasyon) gibi başlıca algı bozuklukları, iletinin içeriğine yansıyarak iletişimi olumsuz biçimde etkiler.
Düş (rüya) türlü nedenlerle engellenen, bastırılan güdülerin, günlük yaşamda doyuma ulaşmamış beklenti ve isteklerin bilinç alanının kabul edeceği değişik simgeler biçiminde ortaya çıkışıdır.
Bellek: Hafıza (memory) uyaranların algı aracılığıyla oluşturduğu simgeleri depolar ve saklar. Bu süreç şu şekilde olur:
- Algılamayla kazanılan simgelerin saklanması
- Simgelerin beynin bir bölgesine yerleştirilmesi
- Yeni algıların bellekte saklanan, tutulan eski simgelerle birleştirilmesi
- Bellekte saklı simgelerin canlandırılması, anımsanması
Kolay Öğrenmek ve Anımsamak için Tavsiyeler
- Öğrenilmesini istediğiniz konudan sonra çözümü, öğrenilmesi zor olan yeni bir konu ya da sorunla ilgilenmeyin. Örneğin; sosyal bilimlerden sonra, dinlenmeden, matematik problemleri çözmeyi

- Çalışılan konu, yapılan iş ne olursa olsun, kısa tutun. Bir iki saatlik çalışma dönemlerinden sonra 15-20 dakikalık dinlenme yapın.
- Öğrenilenlerin bellekte kalıcı olması için, günlük yaşamınız da bunları kullanacak fırsatlar oluşturun.
- Önce bellenecek konunun temelini, önemli bölümlerini anlamaya çalışın.
- Yeni öğrendiklerinizle, eski öğrendikleriniz arasında bağlantılar kurun.
- Çalışma, iş ve öğrenme için bir itici güç bulun.
- Çalışmanın, işin, öğrenmenin amacını doğru olarak saptayın.
- Çalışmayı ve öğrenmeyi bedensel ve ruhsal yorgunluğun olmadığı zaman yapın. Çevrede bilincinizi dağıtacak etkenlerin olmamasına özen gösterin.
- Günlük, haftalık, aylık, yıllık çalışma planları yapın.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
AİLEDE İLETİŞİM VE ETKİLEŞİM
Aile içinde yer alan bireyler, tek tek bireyler, tek tek birer alt sistemdir. Kendi özerklik sınırlarına, aile içindeki durumlarına, rollerine göre, aile içinde bulunan başka alt sistemlerle sürekli iletişimde bulunurlar. Alt sistemler, ailenin belirli kişilerinden oluşan, alt ya da küçük gruplardır. Örnek olarak, ailede kadın, aynı zamanda dişiler, eşler, çocuğu varsa anneler, anne ve babası varsa çocuklar alt sisteminin üyesidir.
Eşler bir yandan evlilikten önceki kişilik yapılarını, alışkanlıklarını evlilik içinde de sürdürmek isterken, öte yandan eşiyle anlaşmak, bütünleşmek gereksinimi duyarlar. Böylece, eşlerin oluşturduğu alt sistemde karşılıklı endişe, kaygı, sıkıntı, kızgınlık, kırgınlık, gibi duygulanım durumları daha sık ortaya çıkar ve bu duruma tepki olarak eşler arasında duygusal uzaklık, ayrı kalma özlemi başlar. Ülkemizde erkeğin baskın olduğu aile tipiyle, eşiyle eşit iletişim yapıyor görünümü veren aile tipi çoğunluktadır. Ülkemizde aile yapısı, geniş aileden çekirdek aile yapısına doğru kayma eğilimi göstermeye başlamış olsa da bağlantı, iletişim özellikleri ve işlev açısından geniş ailenin etkileri hissedilmektedir.
İnsanın Yaşam Dönemleri: Yaş dilimine göre:
1. Yeni Doğan bebek: Doğumdan sonra ilk iki ay
2. Bebeklik (süt çocuğu): Bir yaşının sonuna kadar
3. İlk çocukluk: Bir-üç yaş arası
4. Çocukluk: üç-altı yaş arası
5. Son çocukluk: altı yaşından buluğ öncesi döneme kadar.
6. Önerinlik (buluğ öncesi): Kızlarda on, oniki, erkeklerde onbir, on üç
7. Erinlik (buluğ): Kızlarda on üç, onbeş; erkeklerde on dört, on beş.
8. Ergenlik (Kemal, rüşt): On sekiz yaşından, gençlik çağının sonuna
9. Erişkinlik, yetişkinlik: Gençlik çağı sonundan, olgunluk yaşına kadar,
10. Olgunluk: Otuz beş-kırk yaş arası
11. Orta yaş: Kırk, kırkbeş arası
12. Yaş dönümü (menapoz, antropoz): kırk beş, elli beş yaş arası.
13. Yaşlılık: Altmış yaşından sonra
14. İleri yaşlılık: Yetmişden sonra
15. Çöküntü: Yaşlılıkta bedensel ve ruhsal çöküntülerin başlaması.
Çocukla İletişim İçin Öneriler
Çocuğu kendinizin, amaçlarınızın, beklentilerinizin, çıkarlarınızın bir uzantısı değil, sizden ayrı kişiliği olan ve bu kişiliğini geliştirmek çabasında olan bir insan nazarıyla bakın.
Çocukla kurduğunuz tüm iletişimlerde ona ilgi, sevgi, güven duygusu verecek iletiler kullanın, kızdığınızda bile sevginizi belli edin.
Siz çocuk için ilgi, sevgi, güven veren, destek olan, yol gösteren bir kaynak olun. Ona mutluluk, yaşama sevinci ve umut aşılayın.
Çocuğu dinleyin, sorularına açık, doğru, gerçek, kısa cevaplar verin. Çocuk bencildir, ben merkezlidir. Dürtü ve istekleri doğrultusunda davranır. İletişim kurarken onun bu özelliğini unutmayın.
Çocuk öğütlerden, uzun sözlerden, konuşmalardan çok, davranış ve tutumlarınızdan etkilenir.
Çocukla sert ve yüksek sesle konuşmayın. Gerekli, gereksiz bağırıp çağırmayın. Değişik nedenlerden ortaya çıkan kızgınlıklarınızı çocuğa yansıtmayın.
Ona hatalı davranışlarını, yanılgılarını gösterin. Azarlamadan ve ceza vermeden önce onunla konuşun. Suç ve cezayı keyfi olarak saptamayın. En iyi cezalandırma yönteminin çocuğun kimi beklenti ve isteklerini engelleme veya erteleme olduğunu unutmayın.
Çocuğa kararlı ve kesin davranın. Çocuğu, yaşı, becerisi ve yeteneği dışında ve üstünde çabalara zorlamayın.
Çocuğa deneme ve öğrenme fırsatı verin. Hatalarını düzeltin. Sorumluluk verin. Çocuğu şımartmayın. Gereksiz, yersiz, gerçekleşme olasılığı olmayan beklentiler oluşturmayın.

pSİKOLOJİ iSYAN aHLAKI
HAKİMİYET
Hakimiyet dayanışmanın devamı ve zorunlu tamamlayıcısıdır. Dayanışmacı hareketin mümkün olabilmesi için ferdi iradelerin birbirlerine yaklaşması belli bir tarzda birleşmesi fertlerin kendi özlemlerinde uyum sağlamaları gerekir.
Fert hürriyetinin hiçbir hükümet şeklinde hatta demokraside bile korunması mümkün değildir.
SORUMLULUK İDEALİ
İnsandaki hareket etme sorumluluğu insan tabiatında ve dayanışmada mevcut olan esirlikten ve hakimiyetten doğar. İnsanın sorumluluğu her hareketten sonra biraz daha büyüyen kendi iradesine bir dönüştür.
Sorumluluğun ideal vasfı ahlakçılar tarafından açık bir şekilde incelenmemiştir ahlaki doktrinler insanın şu veya bu şekilde hareket etmekte veya etmemekte hür olduğunu öne sürerler. Madem ki insan hareketinin getirebileceği kötü sonuçları önceden tahmin edebilmektedir öyleyse cezalandırılmaya müstehaktır.
Ahlaki denilebilecek bir sorumluluk kendi gerçeğini bizzat bu gerçeği yaşayanın vicdanında bulmalıdır. Onun hakkında başkaları tarafından verebilecek bir hükmün sonucu olmamalıdır.
SORUMLULUK ŞUURUNUN TAHLİLİ
SORUMLULUK İRADESİ
Hareketin sebebi, hareketin kendisindedir; fakat bu kendiliğinden oluş değildir; aksine bu bizde bir zorunluluktur. Ve bizden kaynaklanmak suretiyle hareketi zorunlu kılan da odur. Böylece bize göre sorumluluk kendiliğinden oluşan indirgenemeyen sebeplilik bağı sayesinde ancak anlaşılabilir ve gerçek olur. Evrensel nizamı hedefe almak suretiyle medeniyetlerin olduğu kadar vicdanların da koruyucusu haline gelen bir sorumluluk iradesi vardır.
ADALET VE MERHAMET
Adalet, eşitlik ve karşılıklı olma ilkesine dayanır. Bu ilkede dayanışma-dan doğar. Dayanışmayı meydana getiren sözleşmeye göre şartlar bütün fertler için aynıdır. Böyle olunca adalet, sadece sosyal nizamı güvenlik altına alma endişesi taşıyan ve üzerinde uzlaşma sağlanmış olan bu sözleşmeye uymayı ifade etmektedir.
Kanun adaleti sadece dağıtır.
Katı ve şekli bir adaletin ötesinde ve üstünde onu kuran, hatta aşan bir sorumluluk iradesinin hareketi vardır.
Merhamet, sorumluluğunun hazırlayıcı, kısmi, devamlı olmayan ve az çok pasif olan şeklidir. Devletin gerçek var oluş sebebi sadece adaleti yerine getirmek değildir. Devletin merhamet ve en geniş şekliyle sorumluluğu yaratması gerekir. Bunu uygulayan sistem mutlakiyet ve oligarşidir.
TAKLİT VE İNANÇ
Düşünce insan hareketinin bir devamıdır. O, hareketten, hem de ondan ayrılmaksızın doğmaktadır aslında insanın hareketi düşünülmüş olmadan önce ve ayrıca düşünülmüş olmaksızın zekidir.
Hareketin bir düşüncesi olduğu gibi, düşüncenin de bir hareketi vardır. Bu hareket bir nevi objenin, suje tarafından kendisine mal edilmesi ve onun tarafından özümlenmesiyle kesin bir şekle ulaşacaktır. Bu inanç diyebileceğimiz hakiki gerçek bilgidir. İnanç taklit yoluyla yayılır.
İNANCIN HAZIRLAYICI ŞEKİLLERİ
Düşünce iki şekilde inanca hazırlar. Birinci basamakta düşünce objede zihnin özümlemesini ifade eder. İkinci basamak, suje ile objenin birbirinden ayrılmasına tekabül eder.
SEZGİLİ DÜŞÜNCE
İzlenim ve duyum: İzlenim, eşyanın görüntüsünün beynimize yansımasıdır.
Duyum: Duygulanma halinden düşünme faaliyetine geçiştir.
Sanat ve sezgi: Sanatkar bir bakıma, sıradan hassasiyete sahip insana yabancı duyumlarla oynar, hiçbir menfaat fikri, duyumların mutlak saflığı ile bağdaşmaz; hakiki sanat kesinlikle menfaat dışıdır.
Sezgi, tabiattaki eşyanın çokluğu içerisinde hakiki bir iman haline gelmek üzere inanca ulaşacaktır.
İNANÇ NEDİR?
İnanç ve bilgi: İnsanların inançlarının olması için sezgilerinin, yani arıtılmış duyumlarının olması gerekir. O varlıkların benlikteki özümsemesi varlıklara benlik tarafından sahip olma, o, “birlikte bile ayrılıktır” inanç, somut ve birleştiricidir.
Pascala göre üç çeşit inanma yolu vardır: Akıl, alışkanlık ve ilham.
Akıl ile ilgili, “insanı büyü yapan düşüncesidir?” der. “Biz hakikati sadece akıl yoluyla değil, aynı zamanda kalp yoluyla da tanırız.”
İnanmanın ikinci yolu olan alışkanlık; onun nezdinde ibadettir.
İnanmanın üçüncü yolu olan ilham, tabiat üstü lütuftur.
Kant, inancı bilginin üstüne ve ayrı bir alana, ahlaki hakikatler alanına yerleştirir. Kant'ta pratik akıl bir bilgi olarak değil bir vazife olarak konulur.
Fichte'de “İnanç bilginin bütün alanlarına hakimdir. Fakat kaynağı itibariyle o ahlaki hakikatler aleminden doğmaktadır” tezini savunur.
Hamilton'da inanç, “aklın ilk şartı” olmaktadır. “İnanç temeli oluşturduğu bilgiden önce gelen bir kanaattir.
GERÇEK BİLGİ OLARAK İNANÇ
İnanç benliğin eşyanın hayatına alelade bir katılması değil, o bizzat eşyaya sahip olmaktır; eşyanın hayatının benlikte yani insanda olmasıdır.
inanç varlıkları birbirine bağlayan içsel münasebetlerin keşfedilmesidir; benliğin varlıklarla birleşmesi ve “birlik içinde bile ayrı olması”dır.
İNANCIN TAKLİDİ
Eğer inanç iletilebilir olmasaydı ve doğduğu fertte ebediyen kapalı kalsaydı ne insan toplumu olurdu ne de medeniyet.
Taklid, ruh dünyasına bir mucize gibi girer; toplumu ve medeniyeti o yaratır aynı zamanda insanın evrensel olmasını, iradesini ruhlarda ebediyete kadar devam ettirebilmesini sağlar. İnancın evrensel yaygınlığı ancak taklit yoluyla mümkündür.
MİSTİK İMAN
İman, her şeyden önce insandaki bir inancın devamı ve uzantısı demektir. Bir inancın iman olabilmesi için, insan ruhunda süreklilik kazanması ve hayatına da hakim olması gerekir.
İman niçin mistik bir özellik arzeder?
İman bir kendi kendini tanımayı gerektirir.
İkincisi onun aklın ulaşılmış sınırlarını aşması bundan da öte, bizzat aklı bir manevranın eşiğine kadar ***ürmesi, düşünen aklın ışığını gölgeleyen ve boğan çok büyük bir iç aydınlanma sağlamayı başarmasıdır.
ESTETİK İMAN
Burada her şeyden önce gösterilmek istenen şey, sanatı üstün faaliyetinde bir iman olduğu ve sanatkarın çoğunlukla farkında olmadan mistik bir hayatı hedeflediğidir. Her sanat faaliyeti, dünyadaki şekillere, din dışı şeylere bir çeşit tapınmadır. Sanatkar bu din dışı şeylerden geçerek sözünü ettiğimiz mistik imana varır.
İrade kendi başına eksik, kusurlu ve gayri samimidir o önce kainatı ister, bir sıçrayışta onu aşarak kendini tamamlayacak olan tabiat üstünü ister. İrade, varlığın sinesinde her yerde kendini tamamlayabilecek olan yegane şeyi arayacaktır. O zaman tam bir yanılgı sonucu, sanki, o konu kendini mükemmel olmayan durumdan kurtarabilecek tek konu imiş gibi herhangi bir konuya sarılacaktır. Bu kurtarıcı vehimden, insanın bütün iradi kuvvetleriyle kendinden başkasına sığınması demek olan aşk doğar.
Mikelanj, “Karanlıkların çocuğu” olarak kendisini tarif ediyor. yine “hiçbir düşüncem yoktur ki üzerine ölüm kazınmış olmasın”der ve devamında “herşey gölgenin kucağında huzur bulur. Yalnız başına, geceleyin, beni ıstırap ayakta tutar. Toprağa uzanmış olarak kendimi yer bitiririm.” Onda aşk var olan gerçekliğin her zaman gözüken yüzüdür, ölüm ise öteki yüzüdür.
SANATKAR VE MİSTİK ÇİLEKEŞE BENZERLİĞİ
Çile çekmek (riyazet) bir usuldür, bir mücadeledir. İnsan ikiliği içerisinde inançsız çile çekmek olmaz. Burada bedeni hayat ile ruhi hayat ikiliği vardır. Çile çekme; ruhun, mistiğin bu yolda yürüyüşüne engel teşkil eden bütün bedeni ve iradevi güçleri yıkarak ilahi varlıkla birleşmesinin yoludur.
Mikelanj ile çile ehlinin faaliyeti arasında derin bir benzerlik olduğunu söyleyebiliriz. “Genç yaşta pek çok hastalıktan muzdaripti. Fakat hiçbir doktorundan kendisini tedavi etmesini istemiyordu. Bu çileye hazırlık, onda daha sonra bizzat kendinden nefrete kadar vardı. Ölmek istiyordu fakat ölememektedir. Onda, daha fazla ızdırap çekmek için hergün yeniden doğan korkunç bir yaşama gücü vardır. Hareketten kopmak ona yasaktı. İradenin, aşk ve ölüm arasındaki bu gidiş gelişini işaret etmiş bulunmaktayız. Rodin “onun yaptığı bütün heykeller, öyle bir sıkıntının eseridir ki, sanki kendi kendilerini yoketmek isterler. Bütün heykelleri içlerinde barınan ümitsizliğin çok kesif baskısına boyun eğecekmiş gibi gözükürler.
Vecd fenomeni: Mistik vecdde olduğu gibi sanatkarın vecdindede her türlü arzuya karşı bir kayıtsızlık vardır. Beethoven gibi sanatkarda da gözlenmiş olan harfiyyen dış dünyaya ve kendi kendine kayıtsızlığa uymaktadır. Romanın Rolland bu durumu: “Birden sokak ortasında, bir gezintinin veya konuşmanın yarı yerinde ani bir fikir aklına geldiğinde “kendinden taşıyor” kendi hakimiyetinden çıkıyor, o fikre ait hale geliyor, o fikri tamamıyla ele geçirinceye kadar onu bırakmıyor. Hiçbir şey onu oyalayamaz oluyor. Beethoven'in kendisi bu bitmez tükenmez kovalamacayı sayıklama biçiminde şöyle tasavvur ediyor.
“Peşinden gidiyorum, sıkıştırıyorum, kaçtığını ve kaynaşan kalabalıkta kaybolduğunu görüyorum. Yeni bir ihtirasla tekrar yakalıyorum, bir daha ondan ayrılmıyorum. Bir vecd spazmı içinde onu her makama uygun olarak çoğaltmam gerekiyor.”
Mistikliğin iki dünyası arasındaki fark şudur: Evvela, sanatkarın imanı, görünüşü itibariyle, çokluğa, eksik olana, yetersiz olana bir iman, tabiri caizse bir sahteye imandır, oysa çile ehlinin imanı bir olana, iradelerin yöneldiği Yegane iradeye imandır.
İkinci olarak, din mistiği bir metot uygular ve gayesine ulaşmak için şuurunu ve iradi hareketini ortaya koyar. Sanatkar kendi açısından kendi mistikliğine ancak kendisinin de bilemediği bir saikin itmesiyle varır.
BİLGİLERİMİZİN UZANTISI OLARAK DİNİ İMAN
Bir olana iman, inançlarımızın, gerçek ve yaşanmış bilgilerimizin uzantısından doğar. Hakiki bilgilerimizin imanın birliğine yaklaşma temayülü tabii inançlarımızın tabiat üstü alemde tamamlanmasının uyarıcı sebebi iradenin kendi kendine yetmeyip Allahsız insanın bizzat kendisine karşı samimiyetsiz olmasıdır. İrade var etmek için kendi içinde kendi vasıtasıyla kendine rağmen isteyen yegane iradeyi araştırmak ihtiyacı duyuyor.
İSLAMDA MİSTİK EĞİLİM
İslam mistiği Kur'an'dan doğmuştur. Kur'an ilahi hikmete ulaşmak için mümine az uyumasını, dua etmesini telkin etmekte tek kelime ile zühd hayatı yaşamasını emretmektedir.
Gandhi de hür hareketini engelleyen nefsine yine hür hareketin yeryüzünden yayılmasını engelleyen güç ve kuvvetlere karşı savaşını yönetmiş olan bir Hz. Muhammed'in idealine gerçekten yaklaşmaktadır.
İMANDAN İSYANA
İradeyi imanın Mutlak Bir'de araştırılmasına iten şey, onun olaylar dünyasındaki kendi kendine yetersizliğidir.
İrade, Allah'ı istemeden önce ve henüz O'nu arzu etmeksizin herşeyi tabiatta aramayı denedi. Kendi hareketi kendi yetersizliğini sonsuz derecede arttırdı.
Anadolu bin yıllık tarihinden beri, “sadece sınırlarda değil hemde devlet merkezinde ve aynı zamanda kendi kalplerinin derinliğinde kutsal cihad ilan ederek “cemaatin selameti için kendini feda eden kahramanlardan ve şehitlerden mahrum kalmadı. Kendi mistiklik geleneğine yeniden sarılacak olan Anadolu çocukları hem kendi nefislerinin zorbalığına hem de despotların zulmüne karşı her zaman kutsal cihad ilan edecekler ve kendi dar ağaçları önünde cesaret ve gururla cihadlarının tam anlamıyla şuurunda olarak: Ben hakikatim (enel hak) diyebilecektir.
STİRNER'İN ANARŞİZMİ
Stirner, ferdi varlığın bencilliğini dışarıdan gelerek onu kısıtlamaya çalışan herşeyin karşısına koyar. Tabiata ve topluma, devlete ve insanlığa, ahlaka ve dine isyan eder. Bunlar birer hayalettir ve hiçbir sınırlamayı kabul etmeyen yegane benliğin haricinde onu engelleyecek olan herşeyi ortadan kaldırmak gerekir.
İSYANCI ROUSSEAU
Rousseau, “Bana bizzat kendim için sevecek birisi lazım” ister istemez bu iman iradesi, herkesin aynı derecede belirlenmiş ve güçsüz olduğu tabiat düzeninde bir çıkmaza ulaşacaktır. rousseau'nun son anda hayat tecrübesi onu, içerisinde kendisini tabiat gereği huzursuz, küçülmüş, samimiyetsiz, bizzat kendisinden uzaklaşmış, hasılı tuhaf ve sefil hissettiği insan toplumundan uzaklaştırmıştır.
O kendisini öylesine tanıyordu ki, diğer insanlar gibi doğmamış olduğunda farkındaydı. Bunu defalarca ifade etti; “Kalbimi duyuyor ve insanları tanıyorum. Gördüğüm insanların hiçbirisi gibi yaratılmamışım.; mevcutların hiçbiri gibi yaratılmadığıma cüret ediyorum. Daha değerli değilsem de en azından farklıyım.”
Rousseau'nun isyanı, bizzat kendisiyle mücadele ihtiyacı duyan ferdiyetçiliği içersinde sonuçsuz kalmıştır; bu isyan hedefine ulaşamamıştır. Bize göre Rousseau hareket adamı olsaydı, isyanın kaynağı tabiat-üstü bir alemin hareketine karşı bir uysallık olacaktı.
SCHOPENHAUER'İN İSYANI
Schopenhauer'in isyanı bizzat varoluşu hedef almıştır. Ona göre varolmak, kötülüğü istemektir. Bu köklü kötülükten kurtulmak için varlığı inkar etmek gerekir. Mademki dünya bu kadar kötüdür en iyisi varolmamaktır. Bu varolmama eğilimi insanda kendi iradesinin başvuracağı son şeydir.
İNSAN'DA ALLAH'IN İSYANI
(Ben Hakikatim-Ene'l Hakk'ın Manası)
Daha önce de söylediğimiz gibi, kendisi hakkında bilgi insanın kendi hareketindeki yetersizliğini ihtiva ederken, Uluhiyet hakkındaki bilgi ise kendi kaderini yapabilecek yegane güç hakkındaki düşüncedir. Böyle olunca isyan, söz konusu yetersizliğin bu kurtarıcı güce çağrısı olacaktır.
Hallac'in mistikliğinin gayesi, Allah'ın iradesine boyun eğmek için, bencil ve hoyrat benliğin isteklerine karşı tam bir ilgisizliği gerçekleştirmektir. Bu şekilde insan, beşeriyetini aşarak tabiat-üstü bir varlığı isterken aslında kendi kendisini istemiş olmaktadır.
İsyandaki anarşizm, insanda evrensel bir sorumluluk haline gelen merhamet ile kendi mukadderatına tek başına hakim olan Yegane varlıktan medet uman imanın sesinden başka birşey değildir.
ENE'L-HAKK'IN MANASI
Yetersizliğinin şuuruna varan mistiğin iç müdahalesinin gayesi, bu insani yetersizliği İlahi şuur ve hareket mükemmelliğinde yol etmektir; bu bir ölçüde Tanrılaşmak bir anlıkta olsa adeta Allah'ın varlığında kaybolmaktır. İşte böylece Hallac, bütün beşeri yetersizliklere karşı isyan etmek suretiyle uluhiyete ererek bu varlıkla birleşmeyi gerçekleştirecek ve “Ben Hakikat'im veya Ene'l Hakk” diyebilecektir. Mistiğin hareketi yegane varlığa doğru bir yükseliştir, “vecd ehlinin isteği Yegane Varlıktır, Büyük Yalnızdır.” Mistik, bir defa bile olsun bu noktaya ulaşıp orada ebediyyen kalamayacaktır. Bütün hayatı boyunca bunu arayacak bu arayışı kendi iradesi haline getirecek, bu mutlak irade içerisinde kaybolacaktır. Belkide Hallac'ın “herkesin selameti için lanetlenmiş olarak ölme yolundaki şaşırtıcı arzusu böylece açıklanabilir

Bugün 7 ziyaretçi (9 klik) kişi burdaydı!
 


 
Google
 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol